Füyuzat 140

Kapı

Zemherinin ilk günü 22 Aralık soğuk bir güne uyandı mütekait Cemil. Bugün gününü kadim mesai dostu Kerem’e ayıracaktı. Hızlıca hazırlandı. Karısı kahvaltı masasını hazırlamıştı. Masa her zamanki gibi en sevdiği kahvaltı malzemeleri ile doluydu. O ise camlı mutfak kapısından masaya bir bakış attı ve çıkması gerektiğini söyledi. Karısı sadece arkasından bakakaldı. Öyle ya, Kerem’di bekleyen. Dost bekletilmezdi. Uzun zamandır onunla tanışıyordu. Hatta eski bankasında yine birlikte güzel  hatıralara sahipti.

İstanbul sabahında yağmur ince ama sürekli çiseliyor, rutubetle birlikte soğuk hava kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Yüzüne vuran her soğuk yağmur damlası bir kurşun vazifesi görüyordu. O ise hızla ilerlemekte olduğu metro istasyonuna doğru yürüyor, her soğuk damlada kalbinde dost sıcaklığını hissediyordu.

Metro istasyonuna geldi. İstanbul kartında bakiyesi sadece 2.65 liraydı. Kafasında hemen hesapladı, iki aktarma ile birlikte 50 liralık dolum kendisine yetecekti. Kirazlı aktarması bedelsizdi nasıl olsa. Makineye gitti, cebindeki 70 liranın 50 lirası ile dolum yaptı. Hızlıca yürüyen merdivenlerden metro durağına indi. Tabelaya baktı, gelecek olan metro için 8 vagon 2 dakika yazıyordu. Sevindi, belki de oturabilecekti. Artık yaşlanıyor, bel ağrıları iyice zorluyordu. Hele dizindeki menisküs yırtığı gittikçe dayanılmaz hale geliyordu. Yeni yılda Ocak ayında belki emekliye iyi bir maaş zammı yaparlardı. O da ortopedi cerrahına bacağını gösterebilirdi. Bunları düşünürken yüzüne doğru tünelden soğuk ve  hızlı bir rüzgâr esmeye başladı. Duvara baktı, yansıyan metro ışıklarını gördü. Kendini metro kapısına denk gelecek sarı çizginin önüne attı.

Metroya binmişti ama ayakta kalmıştı. Uzatılan hatla birlikte bindiği durak artık ilk durak değil, orta duraklarından biri olmuştu. Kirazlı’ya kadar ayakta bekleyecekti. 14 durak vardı. Mahmutbey istasyonunda kalkan birisi imdadına yetişti ve oturabildi. Artık belini koltuğa dayıyor ve Kerem ile gidereceği hasretin kalbine verdiği neşe ile tebessüm ediyordu.

Bir anda yapılan yüksek sesli anons ile irkildi. Kirazlı’ya gelmiş olduklarını, insanların hızla yürüyen merdivenlere koşmasından anladı. Hızlı olmalıydı. Yenikapı metrosuna yetişmeliydi. Yoksa 5 dakika daha yeni metroyu bekleyebilirdi. Yürüyen merdivenlere yanaşmak o kalabalıkta ne zordu. İte kaka  merdivene kendini atabildi ama sol tarafta kalmıştı ve mecburen yukarı doğru çıkması gerekiyordu. Menisküsü çok acı veriyordu her yukarı adım attığında. Bir taraftan göz ucuyla sağ tarafı kolluyor, kendini bir boşluğa atıp bekleyerek merdivenin çıkmasını arzu ediyordu. Bir türlü bulamadı. Nefes nefese çıktı tüm merdiveni artık koşar adımlarla metroya ulaşmaktı tek hedefi. Bir taraftan hızlı koşar adımlar atıyor, diğer taraftan burnuna büfeden sıcak poğaça kokuları geliyordu. Yenikapı metrosuna kendini zor da olsa atabildi. Aman Allahım! Bu ne kalabalık! Bir an İktisat Fakültesi öğrencilik günleri geldi aklına. Yenibosna’da öğrenci evinde 5 arkadaşıyla kalıyordu ve bu metroyu kullanarak her gün Yenikapı’ya gidiyordu. Tabi o zamanlar daha boştu ve yeniydi. Gençti, sabah akşam ayakta da olsa yorgunluk bilmezdi.

Eski günlerin düşüncesinde Yenikapı’ya vardı. Bu sefer Hacıosman metrosuna ulaşabilmek hedefti. Zaten hayat hedef değil miydi onun için? Her yıl, her çeyrek, her ay, her gün meslekte hep hedefle yaşamayı öğrenmişti. Bankacıydı.

Hacıosman metrosuna bindiğinde ilk durak ve yeni araç olması sevindirdi onu. Durakları saydı aklından. Vezneciler, Haliç, Şişhane, Taksim, Osmanbey, Mecidiyeköy ve dostun durağı Gayrettepe.

Varmıştı Gayrettepe’ye. Hızlıca indi metrodan. Yürüyen merdivenler boş ve daha dik olmasına rağmen sol taraftan yukarı hızlı adımlar atarak çıktı. Binanın önüne koşarcasına gelmişti. Dosttu bekleyen.

O kapıyı gördü. Yıllarca içine girdiği, her sabah kalktığında büyük bir haz ile yola çıkıp geldiği o kapı. Artık sadece maziydi. Ama dostun şu anda içinde olduğu o kapı. Yine o kapıdan içeri şen şakrak girecek. Resepsiyondaki Ahmet’e selam verecek, ona annesini ve kedisini soracak. Sonra doğrudan dostu Kerem’in katına çıkacak ve odasından içeri girip sarılacaktı. Dostu gülen gözleriyle hâl hatır soracak, çay mı bitki çayı mı içeceğini soracak. Tam telefonu kapatırken küçük dörtgen banka amblemli porselen tabakta Eti Burçak ve Eti Form’un olduğu ikram tabağından isteyecekti. Dostuydu. Aç olan arkadaşına bisküvi de mi söylemeyecekti?

Tam bunları aklından hızlıca geçirirken nedense o an kapı ardındaki dostuna yazmak aklına geldi. Ama önce o kapının resmini çekip onu da mesaja atmak geldi içinden. İki önemli şey: Kapı ve Dost. Kapının önünde dostu görünce o da heyecana bürünecekti.

Kapının resmini çekti ve fotoğrafa baktı.Bankanın yeni amblemi de sanki daha iyi duruyordu kapı üstünde.

– Kerem aşağıdayım. Müsaitsen geleyim mi?

Ardından resmi ekledi ve gönderdi.

Bekledi. Önce mesaj çift tık aldı, 48 saniye sonra maviye döndü tıklar. Ve dost yazmaya başladı… vakit geçmiyordu. Ne de uzunmuş beklemek. Bekledi. Bekledi. Bekledi. Sonra cevap düştü.

– Bütçe yapıyoruz. Başka zaman…

Kapıya baktı. Zemheride yağmur yağıyordu, yüzüne vuran damlalar sadece yüzünde değil, kalbinde kurşun yaraları oluyordu.

Müəllif:
Ekrem Özülker