“Gül ateş, gülfidanı ateş, gül bahçesi ateş, ırmak ateş,
Aşkın semender yaratılışlılarına lale bahçesi olarak ateş yeter”.
Asıl adı Muhammet Esat olan Şeyh Galip, 1757 yılında İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi civarındaki bir evde dünyaya gelmiştir. Babasının da şiir yazdığı ve Galip’in şair olarak yetişmesinde önemli roller üstlendiği bilinmektedir. Şeyh Galip ilk eğitimini babasından almıştır. Ondan Tuhfe-i Şahidî’yi okumuş, Arapça ve Farsça dersler almıştır. Kaynakların verdiği bilgilerden şairin düzenli bir medrese eğitiminden geçmediği, ailesinden ve dönemin bazı büyük hocalarından aldığı özel derslerle kendini geliştirdiği anlaşılmaktadır. Yetişmesinde daha çok Galata Mevlevihanesi şeyhlerinden Aşçıbaşı Hüseyin Dede’nin ve ileri düzeydeki Farsçası ve Fars şiirine dair bilgisiyle tanınan devrin üstat şahsiyetlerinden Hoca Neşet tarafından oluşturulan edebî ortamın büyük katkısı olmuştur.
Şeyh Galip’in mevlevîlik ile münasebeti
Ailesi de Mevlevi olan ve bir Mevlevi muhitinde büyüyen Şeyh Galip, aynı tarikatın şeyhlerinden dersler alarak yetişmiş ve sonunda bir Mevlevi dervişi olmuştur. Galip, 10 Temmuz 1784’te girdiği 1001 günlük çileyi 11 Temmuz 1787’de doldurarak dede olmuştur. Çileden sonra “Galip Dede” mahlasını kullanmaya başlamıştır. Hem Mevlevi muhitinde hem de edebiyat çevrelerinde sevilen ve kabul gören şairin saray ile ilişkileri de ileri düzeydedir. Galip, bir süre sonra Sultan Selim tarafından mesnevihân atama yetkisiyle yetkilendirilince, bütün Mevlevi şeyhlerinin üstünde bir makama yükselmiştir.
Şeyh Galip’in Divan, Hüsn-ü Aşk, Şerh-i Cezire-i Mesnevi, Es-Sohbetü’s-Safiyye eserleri malumdur.
Divan; şair henüz 24 yaşında iken, yakın arkadaşı Pertev tarafından 1195–1781 yılında tertip edilmiştir. Ancak bu tertip, divanın son hâli değildir. Çünkü Galib’in bu tarihten sonra yazdığı şiirlerle divanın hacmi genişlemiştir. Eser, ilk olarak 1252–1836 yılında Kahire Bulak Matbaası’nda eski harflerle basılmıştır.
Hüsn-ü aşk mesnevisi; 1782–1783 yıllarına karşılık gelen altı aylık bir sürede yazmıştır.
Es-Sohbetü’s-Safiyye; bu eser, Mevlevi şeyhlerinden Köseç Ahmet Dede’nin er-Risaletü’l-Bahriyye fî-Tarikati’l-Mevleviyye adlı Arapça eserine yazılmış Arapça bir talikattır.
Şerh-i Cezire-i Mesnevisi; bu eseri, Mevlevi dedelerinden Yusuf Sineçak’ın Cezire-i Mesnevi adlı eserinin şerhidir. Şair, adı geçen eserin her cildinden 100 beyit seçmiş ve bu seçkinin başına 99, sonuna da 5 beyit eklemek suretiyle 704 beyitlik bir eser oluşturmuştur. Eserde, Farsça bilmeyenler için seçilen bazı kelimelerin Türkçe karşılıkları verilmiş ve beyitler açıklanmıştır.
Şeyh Galip’in başta etkilendiği büyük şair Mevlana’dır. Şiirlerine nazire veya tahmis yazdığı şahsiyetler arasında Fuzulî, Hayalî, Nefî, Sabit, Nabî, Nedim, Nahifî ve Münif gibi şairler öne çıkmaktadır. Şiirlerinde Ruhî-i Bağdadî ile Nevizade’den bahsetmesi ve Koca Ragıp Paşa’nın Münşeat’ından söz etmesi, onun bu şairleri de okuduğunu göstermektedir. Galip’in bütün bu farklı üsluplardan beslenerek kendi kişisel üslubunu oluşturduğunu, dolayısıyla bu üsluplardan izler taşıdığını, Nefî’den başlayarak XVII ve XVIII. asır şairlerinin hemen hepsini farklı düzeylerde ve farklı yönleriyle etkileyen Sebk-i Hindî’yi ise onun en büyük temsilcilerinden biri sayılacak kadar çok yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Başlangıçta kendinden önceki büyük divan şairlerinin yolunda giden Şeyh Galip, daha sonra Hoca Neşet’in yönlendirmesiyle Şevket-i Buharî’yi okumaya başlayınca onun üslubunda edebî şahsiyetini bulmuştur.
Gençlik yıllarında Neşet, Pertev ve Nesip Dede’ye; önceki devirlerde yaşamış büyük şahsiyetlere nazireler yazan Şeyh Galip, bu dönemde Fuzulî, Hayalî, Nefî, Nabî ve Nedim gibi şairlerin yolundadır. Ancak Hoca Neşet’in de tavsiyesiyle Sebk-i Hindî’nin Fars şiirindeki en önemli temsilcilerinden Şevket-i Buharî’yi okumaya başlamıştır. Bu dönem, onun sanat hayatında büyük kırılmaların olduğu bir dönemdir. “Galip” mahlasını benimsemesi de bu dönemde olmuştur.
XVIII. yüzyıl Divan şiirinde Şeyh Galip’in yeri ve Şeyh Galip’ten başka aynı üsluba sahip şairler;
Türk şiirini derinden etkileyen Sebk-i Hindî’nin bu asırdaki en büyük ve en başarılı temsilcisi tartışmasız Şeyh Galip’tir. Bu yüzyılda Şeyh Galip’ten başka bu üsluba sahip olan Arpaeminizade Sâmî ve Halepli Edip dışında önemli bir temsilci yetişmemiştir.
Şiir dili
Şeyh Galip, şiir ve şair üzerine düşünen ve bu düşüncelerini çeşitli vesilelerle ifade eden bir şairdir. O’na göre nesirde metni süsleyen ve ona değer katan tamlamalar, şiirde kullanıldıkları zaman sözü ağırlaştırmakta, okuyucuya yük olmaktadır. Şairin bu değerlendirmesinden, kendisinin şiirde sade bir dil kullanmaktan yana olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yazdığı metinlere bakıldığında aslında şairin buna pek de riayet etmediği, dilde sadeliği çok az sayıdaki şiirlerinde gözettiği görülebilmektedir. Nedim’le karşılaştırıldığında Galip’in şiir dili daha ağır ve süslü bir dildir. Fakat XVIII asırdaki diğer Sebk-i Hindî şairleriyle karşılaştırıldığında Galip’in şiir dilinin iddia edildiği kadar da ağır olmadığı görülmektedir. Buna rağmen her Sebk-i Hindî şairi gibi o da yeni şiir dilini kullanmaktadır ve bu dil birçok bakımdan klasik üslubunkinden farklı ve ağırdır. Galip, eski kelimelerin anlam çerçevelerini aynı kelimelerle yaptığı yeni tamlamalarla genişletip bazen de değiştirerek bilinen kelimelerle yeni anlam ve hayaller kurmanın güçlüğünü aşmaya çalışmıştır. Her Sebk-i Hindî şairi gibi Şeyh Galip de yabancı kelimelere, özellikle de Farsça kelimelere ağırlık vermiştir. Sözü kısaltmak, diğer Sebk-i Hindî şairleri gibi, Şeyh Galip’in de bir üslup özelliğidir. Bu nedenle şair, sözü uzatan birtakım söz sanatlarından uzak durmuştur. Şiirlerinin genelinde ağır ve süslü bir dil kullandığı hâlde, bazı şiirlerinde, özellikle de şarkılarında sade bir Türkçe kullanmıştır. Galip’in şiirinde, Türkçe deyimlerin çokluğu dikkati çeker.
Sebk-i Hindî şairleri, az sözle çok şey anlatmaya önem verdikleri için, şiirde sözü kısaltmışlardır. Soyut kavramlar, somutlaştırılarak anlatılmıştır. Anlam sanatlarının fazla kullanılması, diğer Sebk-i Hindî şairlerinde olduğu gibi, Şeyh Galip’te de sözün kısalmasının hem sebebi hem de sonucudur. Ayrıca o, sözü uzatmanın okuyucuları usandıracağından endişe etmiş; bu endişesini de açıkça belirtmiştir.
Klasik üslubun kullandığı mazmunların zamanla klişeleşerek sıradanlaşması, Sebk-i Hindî şairlerini yeni mazmunlar bulma arayışına sokmuştur. Onlar, dikkatlerini kendilerini çevreleyen tabiata, sosyal hayata, araç gereçlere, örf ve adetlere, herkes tarafından kabul gören birtakım inançlara ve bilgilere çevirmişlerdir. Mana semtine giderken mazmunun kılavuzluğuna tabi olan Galip, “Aldım tamâm kişver-i mazmûnu söz budur” mısrasında, mazmun ülkesini bütünüyle ele geçirdiğini söyleyerek mazmunlara ne kadar hâkim olduğunu göstermek istemiştir.
Lafız-anlam ilişkisinde anlama öncelik veren, anlamda da güzel, renkli ve ilk defa söyleniyor olma gibi birtakım özellikler arayan Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk’ta bütünüyle, divanında ise büyük oranda soyut kavramlara yönelmiştir. Çünkü o, sözü yücelten şeyin anlamdaki soyutluk olduğuna inanmaktadır. Bu inanış da O’nu hayale yöneltmiştir.
Lafız-anlam ilişkisi üzerinde düşünen Şeyh Galip, “Lafzdan zîrâ ki ma’nâdır garaz” diyerek, şiirde asıl olanın lafız değil, o lafzın taşıdığı anlam olduğunu açıkça ifade etmiştir. Galip’e göre şairler lafzı, anlamın hizmetine vermelidir. Anlamı muma, lafzı da o mumun etrafında dönen pervaneye benzeten Galip, lafzı mana mumuna pervane yapmayan şairleri eleştirmekten geri durmamıştır.
Tezat sanatı, genellikle zıt anlamlı iki sözcüğün aynı ifadede kullanılması biçimidir. Ancak tezat sanatını Sebk-i Hindî şiirleri bu basit tanıma göre şekillenmemiştir. Burada asıl olan zıt anlamlı sözcüklerin aynı ifade içinde kullanılması değil, bu sözcüklerin aynı kavram üzerinde birleşmesidir. Şeyh Galip de bu sanattan çok fazla yararlanmış ve paradoksal imajlar yaratmadaki başarısıyla benzerleri arasında öne çıkmıştır. Şeyh Galip’te tezat sanatı, bazen zıt anlamlı sözcüklerin aynı tamlamada bir araya gelmesi bazen de paradoksal imajlar biçiminde karşımıza çıkar.
Çoklu duyulama, herhangi bir duyu organının, kendi eyleminin yanı sıra, başka duyu eylemlerini de gerçekleştirebilmesi biçiminde tanımlanabilir. Galip de şiirlerinde özellikle kulak aracılığıyla duyulanan ses ve söz kavramlarına, başka duyu organlarını ilgilendiren özellikler vererek çoklu duyulamalar yapmıştır.
Galip’in şiirdeki başarısı ve gücü birçok şairi derinden etkilemiştir. Kendisi daha hayattayken bile, Esrar Dede ve Neyyir Dede gibi şahsiyetler, onun etkisinde kalarak şiir söylemişlerdir. Etkisi ölümünden sonra da devam etmiş; hatta Keçecizade İzzet Molla, Hüsn ü Aşk’tan ilham alarak Gülşen-i Aşk adında bir mesnevi yazmıştır. Modern Türk şiirinde Ahmet Haşim, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Sezai Karakoç ve Hilmi Yavuz gibi ustalar Şeyh Galip’in şiirlerinden yararlanmışlardır.
Hüsn-ü Aşk, Şeyh Galib’in mesnevinin son büyük halkası sayılan eseri:
Divan edebiyatının son büyük şairinin Şeyh Galip olduğu gibi, mesnevi geleneğinin de son büyük halkası onun Hüsn-ü Aşk adlı eseridir. Galip’in henüz 26 yaşındayken yazdığı Hüsn-ü Aşk mesnevisi, 2042 beyit ve her biri altışar bent olan dört tardiyyeden oluşan bir eserdir. Eserde aruzun mef ‘ûlü mefâ’ilün fe’ûlün kalıbı kullanılmıştır. Anlatım tekniklerinden tahkiye ve tasvirin kullanıldığı eserde, klasik mesnevilerdeki mukaddime, hikâye ve hatime bölümlerine yer verilmiştir. Şeyh Galip, eserinin mukaddime bölümüne Allah’a hamd etmekle başlamış, ardından Hz. Muhammet’in övgüsünü, sıfatlarını, miracını ve mucizelerini içine alan bir naat söylemiş, sonra Mevlana ve kendi babası hakkında övgüde bulunmuştur. Şair, hikâye bölümüne geçmeden önce, bu eseri niçin kaleme aldığını Sebeb-i Telîf başlığı altında anlatmış; burada Nabî’nin Hayrabad adlı eseri hakkında edebî eleştiride bulunmuş, aynı zamanda kendi şiir anlayışını da açıklamıştır. Hüsn ü Aşk’ta, Âğâz-ı Dâstân-ı Benî Mahabbet başlığıyla eserin hikâye bölümü başlatılmıştır. Sonra Benî Muhabbet kabilesinin meclisleri, avları ve baharları sırasıyla tasvir edilmiştir. Hikâyenin ardından Şeyh Galip, Fahriye-i Şairane başlığı altında şairliğini övmüş, şiir anlayışından söz etmiştir. Son olarak da hatime bölümüyle mesnevisini bitirmiştir.
Şeyh Galip 3 Ocak 1799’da vefat etmiştir. Galip’in cenaze törenine büyük bir katılım olmuş ve görev yaptığı Galata Mevlevihanesi haziresine defnedilmiştir. Şairin annesi ile babası da aynı hazirede medfundur.
Filiz Toklu